Bir çocuk aileyi geçindirmek için satıldığında bütün sloganların anlamı kalmıyor.
Afganistan, zorlu bir tarihe sahip bir ülke olarak bugün yoksulluk, istikrarsızlık ve radikalizmin ölümcül döngüsüne hapsolmuş durumda.
Bu rsdurumda sessiz ve savunmasız çocuklar, insan ticaretinin karanlık pazarlarında birer metaya dönüşüyor.
Yoksulluk artık sadece ekonomik bir kriz değil; bir halkın bedenini ve ruhunu yutan bir canavara dönüşmüş. Devletin olmadığı, uluslararası kurumların sustuğu ve sınırların kayıtsızlık duvarlarına dönüştüğü bir ortamda geriye yalnızca sessiz bir halkın acısı kalıyor.
Bu yazı, dünyanın ya görmediği ya da görmek istemediği bir gerçeğin hikâyesidir.
Yoksulluk ve karanlığa düşüş
Taliban'ın yeniden iktidara gelmesinin ardından Afganistan hızla açlık ve işsizlik girdabına sürüklendi. Birçok bölgede aileler akşam yemeği bile yiyemiyor. Ancak evde ekmek yoksa, bir anne sekiz yaşındaki kızını birkaç milyon Afgan karşılığında elli yaşındaki bir adama vermek zorunda kalıyor; zulümden değil, açlıktan.
Afganistan'da çocuk satışı artık şok edici bir haber değil; günlük hayatın bir parçası hâline geldi. Bu trajedi toplumun kenarında değil, tam merkezinde yaşanıyor. Okula gitmesi gereken çocuklar ya köleliğe satılıyor ya da zorla evlendiriliyor. Ayrıca, başta Taliban olmak üzere yönetimdeki kurumlar krize çözüm bulmak bir yana, kız çocuklarının eğitime erişimini yasaklayarak, iş piyasasını kapatarak ve medyayı sansürleyerek durumu daha da kötüleştiriyor.
Kapalı sınırlar; komşu ülkelerin Afgan mültecilere yaklaşımı
Afganistan’daki krizin derinleşmesiyle birlikte milyonlarca Afgan, hayatta kalmak için komşu ülkelere kaçtı. Ancak sığınak bulmak yerine sınır kapılarında dışlanma, aşağılama ve şiddetle karşılaştılar. İran, Pakistan ve Orta Asya ülkeleri insani yardım sağlamak yerine mülteci kampları kurdular ki bu kamplar daha çok cezaevi niteliğindeydi, geçici barınma alanı değil.
İran'da Afgan mülteciler geniş kapsamlı kısıtlamalarla karşı karşıya: oturma hakkı yok, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim yasak.
Kolluk kuvvetlerinin mültecilere yönelik tavırları çoğu zaman aşağılayıcı ve şiddet içeriyor. Pakistan’da da Afganlar sürekli sınır dışı edilme, gözaltı ve ayrımcılıkla yüz yüze kalıyor. Sınırlar kapatıldı, pasaportlara el konuldu ve hayatta kalmayı başaranlar bile insan onurunu yitirdi.
Dünya sessiz; uluslararası kurumların unutulmuş sorumluluğu
Batılı güçlerin Afganistan’dan alelacele çekilmesinin ardından uluslararası toplum bu ülkeyi adeta unuttu. Birleşmiş Milletler, insan hakları kurumları ve zengin ülkeler ya boş vaatler verdi ya da sınırlı ve koşullu yardımlarda bulundu. Bu süreçte Afganistan’ın siyasi ve ekonomik yapısı uluslararası desteğin yokluğunda tamamen çöküşe geçti.
Bu güç boşluğunun gölgesinde Taliban yönetimi, insan haklarını pervasızca ihlal etmeye devam ediyor. Kadınlar işten ve eğitimden mahrum ediliyor, muhalifler hapsediliyor ya da idam ediliyor, bağımsız medya susturuluyor. Buna rağmen dünya sessiz ve ilgisiz kalmayı sürdürüyor – sanki Afgan halkı artık insanlığın bir parçası değilmiş gibi.
Peki, hâlâ umut var mı?
Afganistan bir direniş diyarıdır ve halkı yaralı ama dirençlidir. Ancak umut, destek olmadan, ses olmadan ve dayanışma olmadan yeşeremez. Bu ülkenin halkı küresel ve bölgesel düzeyde izole kaldığı sürece yoksulluk, adaletsizlik ve güvensiz göç devam edecektir. Afganistan’ı kurtarmanın yolu Taliban’ı desteklemekten ya da mültecileri sınır
dışı etmekten değil, insani dayanışmadan, meşru yardım kanallarının açılmasından ve temel hakların güvence altına alınması için uluslararası baskıdan geçiyor.
Ve bu yazı, işte bu sessizliği kırmak için bir çabadır. Afgan halkının acısına sessiz kalmak ihanettir.
Yorumlar